12. Giden Gider

12. GİDEN GİDER

(Guillaume'un Kahvesi. Önce, papaz kılığındaki BEŞİNCİ FRANK, elinde evrak çantasıyla bankaya doğru süzülür. Ardından EGLİ, soldaki masaya oturur. Onun da elinde bir evrak çantası vardır).

EGLİ — Guillaume, bana bir konyak.

GUILLAUME — Her zamanki gibi, sayin Egli. (Konyağı getirir. PAULI sağdan gelir. Ortadaki masaya oturur. Onun da elinde bir evrak çantası vardır.)

PAULİ — Bana da bir konyak.

(SCHMALZ, sol geriden, elinde bir evrak çantasıyla girer, bankaya doğru yönelir),

EGLI — Bay Schmalz! (SCHMALZ bir an duraksar, sonra, öne doğru yürür).

SCHMALZ — Günaydın, bay Egli.

EGLI — Umarım ki biriktirdiklerini getirdin.

SCHMALZ — Getirdim, bay Egli.

EGLİ — Ne o, o gıcır gıcır Mercedes'inle dolaşırdın hep. Büyük fiyakayla. Bugün niye yürüyorsun?

SCHMALZ — Arabamı garaja çektirdim. Birisi lastiklerini kesmiş.

EGLI — Sahte pasaportunu da çalmış, değil mi? O birisi dediğin benim, oğlum. Çünkü tüyecektin. Önce limana. Oradan da ver elini Kanada. Bankacığımızı da yüzüstü bırakacaktın, tabii.

SCHMALZ — Ama, bay Egli…

EGLI — Dün akşam, gece ekspresinde kime rastlasam beğenirsin? Bir raslantı, tabii. Teneriffa yolunu tutmus birine. Sevgili dostumuz ve iş arkadaşımız Kappeler'e! İçerisi hayli karanlıktı. Son vagonun kapısında da ufak bir bozukluk vardı. Nasıl oldu, ne oldu anlayamadım. Kapı birden açılıverdi. Sevgili dostumuz birden kendini boşlukta buldu. Neyse ki bu arada paracıklarını bana teslim edecek kadar vakit bulabildi.

PAULI — O da atalarına kavuştu desenize, sayın Egli.

EGLİ — Saatte yüz yirmi kilometre hızla gidiyordu tren,

SCHMALZ — Giden gider, bay Egli.
(Karalar giymiş bir adam, elinde evrak çantasıyla bankaya girer).

EGLI — Schmalz, kos gişeni aç. İlk müşteri geldi.

SCHMALZ — Başüstüne, bay Egli. (Bankaya gider)

EGLİ — Bak, Pauli. Son zamanlarda çok başarılı adımlar attın. Bunu belirtmeliyim. Hele o zahire tüccarını iyi faka bastırdın, doğrusu. Şimdi ufacık bir eksiğin kaldı. Öğreneceğin son bir incelik kaldı, insanlara karşı davranışında. Guillaume, beye sabah gazetesini getir!

GUILLAUME — Buyurun (Gazeteyi PAULİ'ye uzatır).

EGLI — Şimdi, Pauli, gazeteni okuyormuş gibi yapıp beni izleyeceksin. Otel sahibi Apollonia'ya karşı nasıl psikolojik bir ustalıkla davrandığımı göreceksin.

PAULI — Peki, bay Egli.

EGLİ — Şaşacaksın, oğlum. Gözünün önündeki bütün perdeler kalkacak. Ve gerçeğin ışığına kavuşacaksın.
(Sol yandan saat fabrikatörü PIAGET girer. PAULi'yi görünce çok şaşırır).

PİAGET — Garson, iki tabak doğranmış bonfile! Aaa, sayın Stuber, buradasınız demek? Alin size bir binlik

PAULI — Ama, sayın Piaget?!

PİAGET — Buyrun, alın, bir tane daha.

PAULI — Ama anlamıyorum, ben..

PIAGET — Bir tane daha!

PAULİ — Sayın Piaget, ben…

PIAGET — Bir tane daha!

PAULI — Ama ben, sayın Piaget, doğrusu, hiç…

(GUILLAUME bonfileleri getirir)

PİAGET — Al, bu binlik de sana, garson. Hadi, şimdi gidip martıları besleyelim.

PAULI — Hay hay, sayın Piaget.
(Su kıyısına inip martıları beslemeye başlarlar).

PİAGET — Henüz yaşınız çok genç, bay Stuber iş dünyasında deneyimleriniz de pek az. Şimdi ben size, burnu koku almanın, büyük işleri önceden sezebilmenin ne olduğunu göstereceğim, İyi dinleyin de, bilginiz artsın, gözünüz açılsın. Bakın; bundan bir hafta önce, ben buraya geldim. Siz, martılara doğranmış bonfile yediriyordunuz. Kim olsa, bir dolandırıcıyla karşı karşıya bulunduğunu hemen anlardı. Kim olsa diyorum, çünkü kimse durup dururken martıları bonfileyle beslemez. Dikkat çekmek için başvurulan çok eski bir numaradır bu. Ama benim iş konusunda büyük bir önsezim vardır. Hiç şaşmayan bir önsezi. Ancak saatçilikle kazanılabilir bu. O gün, sizin bu numarada bir istisna olduğunuzu, kısacası namuslu bir budala olduğunuzu hemen anladım. Yirmi üç bini oracıkta elinize saydım. Evet, sizin gibi genç bir adam için oldukça iyi bir para sayılırdı bu. Değil mi? Hemen o gün profesör Stab'a gittim. Kendisi okul arkadaşımdır. Bugün çok ünlü bir jeologdur. Stab geldi, maden ocağını inceledi. Güle güle katıldı; neredeyse donuna edecekti. Hay Allah müstahakını versin; Piaget, dedi bana. Uranyum muranyum ne gezer burada. Yoz taştan başka bir şey yok! Tam bu anda uranyum ölçme aygıtı makineli tüfek gibi çalışmaya başlamaz mı? Meğer ülkenin en büyük uranyum yatağı ile karşı karşıyaymışız. Yaa, işte böyle. Doğrusu, sizi tanıdığım çok iyi oldu. Haydi, eyvallah, alın size son bir binlik daha. İşte, burnumun iyi koku alması sayesinde bir gecede ülkenin en zengin adamı oluverdim. Buyurun şu tabağı da, şu sevimli hayvancıkları benim yerime de besleyin lütfen.

(PAULİ'nin eline tabakla bir binlik tutuşturur ve sağ geriden çıkar. PAULİ ile EGLI donakalırlar. APOLLONİA, sargılar içinde, bir hastabakıcının ittiği tekerlekli koltuğunda içeri girer).

APOLLONİA — Profesör Lopez, sevgili Lopez: Beni tanımadınız mı?

EGLİ — Kimsiniz? Tanıyamadım, kimsiniz?

APOLLONIA — Apollonia. Çıkaramadınız mı? Fal doğru çıktı. Yıldızlar yalan söylemedi. Buyrun, size bir binlik.

EGLİ — Ama, bayan Apollonia…

APOLLONIA — Buyrun, bir tane daha.

EGLI — Anlamıyorum…

APOLLONIA — Buyrun, bir tane daha.

EGLI — Bayan Apollonia, ben…

APOLLONIA — Buyrun, bir tane daha.

EGLI — Ama, bayan Apollonia, hiç bir şey anlamıyorum.

APOLLONIA — Al, bu binlik de sana, garson. Patlayıcı madde uzmanlığınıza artık gerek yok, bay Lopez. Kafanızdaki bütün o değerli kimya bilgilerinizle çekip okyanuslar ötesi ülkenize gidebilirsiniz.

EGLİ — Ne demek istiyorsunuz, bayan Apollonia ?

APOLLONIA — Bakın, Profesör Lopez, öğüdünüze uyup, Eirene Sigorta'ya gittim. Şu bizim köhne oteli dört milyona sigorta ettirdim. İki gün önce de son olarak Steffigen'den dostlarımı çağırdım. Birlikte büyük salonda oturuyorduk. Belediye Başkanı, Polis Müdürü, İtfaiye Başkanı, hep birlikte mutlu bir gelecek için içiyorduk. Şimdi, profesörcüğüm, şaşacaksınız, ama ne olsa beğenirsiniz? Bir mucize, gerçek bir mucize! Ansızın bir yıldırım düşüyor; otelin batı kanadına. Ardından bir ikincisi. O da doğu kanadına. Derken, inanmayacaksınız, ama bir üçüncüsü. O da, otelin tam göbeğine düşmez mi? Bunların hepsi de yasaya milimi milimine uygun. Mübarekleri sanki gizli bir el düzenliyor. Birden bir alev denizine dönüşüyor ortalık. Bir kıvılcım bulutu kaplıyor göğü. Benim sevgili Alp Yıldızı otelim, önce gerçek bir yıldız gibi parlıyor, sonra da bir kül yığını oluveriyor. Kentte, 1892'den bu yana çıkmış en güzel, en başarılı yangın. Yaşasın! Bakın, bütün bunlar, birinci, ikinci, üçüncü dereceden yanıklar. Durumumu görüyorsunuz. Doğru, acı çekiyorum. Korkunç acı çekiyorum. Ama sonsuz güzel bir şey bu. Mutluluğu, iliklerimde duyuyorum. Dayandığım acıları bir bilseniz. Korkunç sızlıyor. Ama içim şen, sanki bir bayram yeri. Uff, dayanılır gibi değil meretler. Şu anda sevinçten çıldırabilirim. Ama acıdan da deliye dönebilirim. (Karalar içindeki adam, bankadan çıkar) Eirene Sigorta, bana tam dört milyon ödüyor! Avukatım şu anda özel Frank bankasından bu paraları çekti Sigorta şirketi bankanınmış çünkü.

EGLİ — Aldı demek?

APOLLONIA — Lopez, beni siz kurtardınız. Şimdiye dek tanıdığım en büyük kimya bilginisiniz siz. Buyrun, bu binliği de alın. Hadi, kalın sağlıcakla. Ben şimdi uzun bir geziye çıkacağım. Artık Brezilya'da görüşürüz. (Hastabakıcı tekerlekli Koltuğu iterek sol geriden çıkarır).

EGLİ — Bir bardak su, Guillaume.

GUİLLAUME — Hazır, bay Egli. (Bardağı getirir).

EGLİ – İlaç almalıyım.

GUILLAUME — Her zamanki gibi, bay Egli.

EGLİ — Bu sabah dört milyon yitirdik.

PAULİ — Bir de uranyum ocağı.

EGLİ — Bu uranyum ocağı bizi kurtarabilirdi. Karun gibi zengin olabilirdik. Hem parmağımızı bile oynatmadan. Acı olan da bu ya. (ilacını içer) Soğukkanlı olmalıyım. Kendimi tutmalıyım. En iyisi, derin derin soluyayım, ciğerlerimi hava ile doldurayım. (Derin bir soluk alir, biraz rahatlamıştır) Şimdi biraz daha rahatladım (Birden bağırmaya başlar) Hiç utanmıyor mu şu doğa! Bir anda bizi en usa sığmaz iki raslantıyla karşı karşıya bırakıyor. Hiç utanmıyor mu? Acıma bilmez bir düzendir sürüp gidiyor. Her neden, bir sonuç doğuruyor. Once yaratıyor doğa, sonra yarattığını yiyip yutuyor. Her doğan gün, bitkisini, hayvanını, insanını öldürüyor, alıp götürüyor. Yalnız bunları değil, bütün bir güneş sistemini, gezegenleri, yıldızları parçalıyor yok ediyor. Bütün bunlara gücü yeten doğa, bizim kaşığımıza ne çıkarıyor: iki koca aptal. Aptallıklar gökyüzünü tutacak iki salak. Ama herifçioğullarında öyle bir şans var ki akıllı olmaktan utanıyor insan. Öyle, Pauli. Söylesene, hangi iş adamı bizim gibi böyle çetin bir sınavla karşı karşıya getirilmiştir? Öylesine bir haksızık ki bu! Vallahi, mesleğin yüceliğine sonsuz inancım olmasa, bütün umudumu yitireceğim.

PAULI — Ne yaparsınız, bay Egli. Şans tersine döndü bir kez

EGLİ — Hadi, şimdi bankaya gidelim. Paralarımızı teslim edelim.

(Evrak çantalar ellerinde, Bankaya girerler).

Unless otherwise stated, the content of this page is licensed under Creative Commons Attribution-ShareAlike 3.0 License